Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), yaklaşık bir yıldır yeni bir siyasi program için çalışıyor ve anladığımız kadarıyla yakında halkla paylaşılacak. Nasıl bir program içeriği olacak yakında görmüş olacağız…
Ama bu yazıda, “nasıl bir program olması gerektiğini” nedenleriyle birlikte yorumlamaya ve analiz etmeye çalışacağım… Ama peşinen şunu söylemeliyim; bu yazı da son dönemde neoliberalizm eleştirilerine dayanan yorum ve analizlerimin izlerini taşıyacak, fikri tutarlılığını sürdürecek.
Türkiye’nin en köklü siyasi partisi olan CHP, bir parçası olduğu ülkesiyle birlikte bir yol ayrımında. 19 Mart siyasi darbe girişimi süreciyle içinden geçtiğimiz bu kritik dönemde, partinin sadece mevcut siyasi dengeler içinde hareket etmesi ve onun sınırlarıyla yetinmesi artık yeterli de değil mümkün de değil.
Küresel çapta yaşanan ekonomik ve teknolojik değişimler, neoliberalizmin yarattığı krizler ve geleneksel siyasetin çıkmazları, CHP’ye yeni bir vizyon ve radikal bir program değişikliği ihtiyacını dayatıyor.
Teknolojik devrim, çalışma hayatını temelden değiştirirken, geleneksel istihdam modellerini de kökten değiştiriyor. “Yapay zeka, otomasyon ve dijitalleşme”, işgücü piyasasında derin yarılmalar yaratıyor. Bu dönüşüm, sadece “mavi yakalı” işçileri değil, “beyaz yakalı” çalışanları da etkisi altına alıyor. Pandemi sonrası dönemde uzaktan çalışma modellerinin yaygınlaşması, “emek-sermaye ilişkilerinde” yeni dinamikler ortaya çıkarıyor.
Son dönemdeki yazılarımla yoğun biçimde aktarmaya çalıştığım gibi neoliberalizmin yaşadığı sistemik kriz, merkez partilerinin geleneksel söylemlerini “yetersiz ve çaresiz” bir konuma sürüklemiş vaziyette. 2008 finansal krizinden başlayarak, Brexit, Trump’ın yükselişi, Avrupa’da popülist sağın güçlenmesi, neoliberal konsensüsün çöküşünün somut göstergeleri.
Bu süreçte neoliberalizmin işgaline uğrayan ve düştükleri denizde neoliberalizme sarılan “merkez sol” partiler de önemli bir meşruiyet krizi yaşıyor. İngiltere‘de İşçi Partisi’nin yaşadığı iç hesaplaşmalar, Fransa‘da Sosyalist Parti’nin çöküşü, Almanya‘da SPD’nin oylarındaki dramatik düşüş, Yunanistan’da PASOK’un yıkılışı sosyal demokrat siyasetin geleneksel araçlarının artık yetersiz kaldığını açık ve net biçimde gösteriyor.
Bu küresel bağlamda CHP, hem Türkiye’nin özgül koşullarını hem de dünya solunun yaşadığı buhranın gölgesinde yeni bir kimlik arayışı içinde; dahası yeni bir sol kimlik tasarlama mecburiyetiyle yüzyüze.
Partinin yüzleşmek zorunda olduğu temel soru ise şu: “100 yıllık kurumsallaşmış bir parti, nasıl radikal bir yenilenme gerçekleştirebilir?”
Bu yazıda, CHP’nin neden yeni bir sol arayışına girmesi gerektiğini, bu arayışın temelinde de “demokratik sosyalizm” politikalarının neden yer alması gerektiğini ve bu cesur adımın Türkiye’ye nasıl bir çıkış sunabileceğini aktarmaya çalışacağım.
NEOLİBERALİZM ÇÖKERKEN YENİ BİR YOL ARAYIŞI
Bugün itibariyle, dünya, neoliberal ekonomik modelin yarattığı yıkım ve onun derin krizleriyle yüzleşiyor. “Sınırsız serbest piyasa, küreselleşme ve devletin küçülmesi” gibi vaatlerle büyük bir hegemonya kuran neoliberalizm, gelir eşitsizliğini, çevresel yıkımı ve sosyal adaletsizliği artırmaktan başka bir sonuç vermedi. Dünyanın her yerinde “finansal krizler, işsizlik ve güvencesizlik” yaygınlaştı.
Türkiye de bu durumdan nasibini aldı. Siyasi kutuplaşmanın, ekonomik krizlerin ve sosyal güvencesizliğin temelinde neoliberal politikaların ayak izlerini rahatça görebilirsiniz.
Bu krizin en büyük kaynağı da kurbanı da geleneksel “merkez sağ ve merkez sol” partiler oldu. Neoliberalizmin işgali altında, bu partiler arasındaki ideolojik farklar giderek silikleşti, aynılaştılar ve kaçınılmaz olarak birlikte çöktüler.
“Merkez sol”, toplumsal adaleti ve emek haklarını savunmak yerine, piyasa ekonomisinin kurallarını benimseyerek tabanından uzaklaştı.
Merkez sağ ise, neoliberalizmin muhafazakar bir versiyonuyla iktidarını pekiştirdi.
Bu durum, Türkiye’de siyasi alanı daraltarak halkın siyasetle bağını kopardı ve apolitikleşmeyi beraberinde getirdi; tıpkı öteki ülkelerde olduğu gibi…
Bu süreçte, hızla gelişen teknoloji de mevcut ekonomik düzenin çelişkilerini derinleştirdi. Otomasyon ve yapay zeka, geleneksel iş kollarını kökten değiştirirken, teknolojik devrimin faydaları az sayıda şirketin (tekno-oligarkların) ve bireyin elinde toplandı.
Bu yeni dünya düzeninde, “işsizlik” sadece bir ekonomik sorun olmaktan çıkıp, “sosyal ve siyasal” bir krize dönüştü.
İşte tam da bu noktada, CHP’nin “eski ezberleri” terk ederek “yeni bir yola” girmesi hayati önem taşıyor. Neoliberalizmin vaat ettiği refah ve istikrarın bir “hayal olduğu” anlaşıldığına göre, CHP artık farklı bir vizyon sunmak zorunda.
Bu vizyon, sadece mevcut ekonomik sorunlara yamalar yapmakla kalamaz, aynı zamanda “yeni bir toplumsal sözleşme” inşa etmeye odaklanmak zorunda. Tıpkı İngiltere’de Jermy Corbyn ile Zarah Sultana ile ABD’de Demokratik Sosyalist Parti ve Zohran Mamdani’nin yapmaya çalıştığı gibi…
CHP, büyük bir “toplumsal harekete” dönüşmek ve büyük bir “değişime öncülük etmek” istiyorsa, “mevcut sistem içi” bir siyasi mücadeleyle ve sandık seçimleriyle yetinerek bunu başaramaz; neoliberalizmle “zihinsel ve ruhsal” izdivacını sona erdirmek “zorunda.”
CHP’NİN TARİHİ SIÇRAMALARI VE YENİ DÖNEMİN RADİKAL İHTİYACI
CHP, tarihindeki en büyük siyasi atılımlarını, “statükoyu reddederek” ve cesur adımlar atarak gerçekleştirdi. Partinin kurucu kimliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin inşası ve çağdaşlaşması misyonuyla özdeşleşti.
Ancak 1960’ların sonlarına gelindiğinde, partinin bu kurucu kimliği, dünyanın, ülkenin ve toplumun değişen dinamiklerine ayak uydurmakta zorlanmaya başladı.
İşte tam da bu aşamada, dönemin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü‘nün “Ortanın Solu” tanımıyla başlattığı dönüşüm, partiyi yeniden ayağa kaldırdı. Bu hamle, “statükonun partisi” olarak görülen CHP’yi, toplumun geniş kesimlerinin sorunlarına duyarlı, sosyal adaleti önceleyen bir yapıya dönüştürdü.
Bu değişimi en somut şekilde ete kemiğe büründüren ise Bülent Ecevit oldu. Ecevit’in “Halkçı Ecevit” imajı, partinin yeni “sol kimliğini” pekiştirdi.
“Toprak reformu ve emekçilerin hakları” gibi konuları gündeme taşıyan Ecevit, CHP’ye devletin kurucu partisi algısı ve gücünün ötesinde geniş bir “toplumsal taban” kazandırdı.
O döneme kadar “seçkinlerin partisi” olarak görülen CHP, “işçinin, köylünün ve yoksulun” da partisi haline geldi. Bu değişim, partinin oylarını artırmakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hayatında yeni bir “sol rüzgar” estirdi.
Bu tarihsel deneyim, bugüne ilişkin çok değerli bir toplumsal hafıza ve dersler sunuyor: “Radikal bir program değişikliği, sadece siyasi bir manevra değil, aynı zamanda toplumsal bir beklentiye cevap verme ve partiyi yeniden anlamlı kılma aracı olabilir.”
Lafı dolandırmadan, açıkça konuşmamız gerekiyor.
Bugünlerde, dünya, neoliberalizmin çöküşünü ve post-kapitalist arayışları tartışırken, CHP’nin benzer bir cesaretle yeni bir sıçrama yapması kaçınılmaz.
Bu sıçrama, artık “ortanın solu” gibi bir tanımlamayla sınırlı kalamaz, daha radikal ve kapsamlı bir vizyonu, yani “demokratik sosyalizmi” kapsamalı.
Bu, sadece bir “isim ve kavram değişikliği” değil, aynı zamanda ekonomiden siyasete, teknolojiden çevreye her alanda köklü bir “zihniyet ve program dönüşümü” anlamına geliyor.
“Demokratik sosyalizm”, piyasa ekonomisinin sınırsız gücüne karşı toplumsal yararı, insan haklarını ve çevresel sürdürülebilirliği merkeze alan bir alternatif.
Bu vizyon, CHP’yi hem tarihteki rolüne uygun biçimde yeniden ülkenin kurucu partisi (bu kez Cumhuriyet’i demokrasiyle ve halkla buluşturan), hem de Türkiye’yi içinde bulunduğu krizden çıkaracak anahtar bir parti haline getirebilir.
DEMOKRATİK SOSYALİZM: KORKMADAN, CESURCA…
Bugün Türkiye’de “sosyalizm” kelimesi hala belirli önyargılarla çevrili olsa da, dünya bu kavramı yeniden keşfediyor. Bu, 20. Yüzyıl’ın otoriter rejimleriyle (Stalinist) özdeşleşen sosyalizmden çok farklı bir arayış.
Özellikle İngiltere’den Amerika’ya, İskandinav ülkelerinden Almanya’ya kadar neoliberalizmin yıkımına uğramış birçok ülkede, “demokratik sosyalist politikalar” yeniden siyasetin ve toplumsal gündemin odağına yerleşiyor.
CHP’nin önündeki en büyük engel, aslında kendi “neoliberal esareti” olabilir.
“Sosyalizm” kelimesinden uzak durmak, onu hâlâ Soğuk Savaş’ın gölgeleriyle anmak, partiyi geleceğe değil, ancak geçmişin korkularına bağlar.
Oysa demokratik sosyalizm, ne bireysel özgürlüklerin bastırılması ne de devletin her şeye hâkim olduğu bir model. Tam tersine, demokratik sosyalizm “bireyin özgürlüğünü” güvence altına alırken, “toplumun ortak çıkarlarını” da piyasanın insafına bırakmaz.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde demokratik sosyalist programlar tartışılıyor. İklim krizine karşı Yeşil Yeni Mutabakat (Green New Deal), sadece ekolojik bir dönüşüm değil, aynı zamanda işçilerin, köylülerin, gençlerin refahını garanti eden bütünlüklü bir toplumsal vizyon olarak öne çıkıyor. Dijitalleşmenin getirdiği güvencesizliğe karşı “evrensel temel gelir” ya da “çalışma saatlerinin azaltılması” gibi öneriler ciddi biçimde tartışılıyor. Barınma krizine karşı konutun bir temel hak olarak tanınması, “kamusal konut projelerinin” hayata geçirilmesi gündemde.
CHP, bu tür cesur politikaları siyasi program haline getirmek ve savunmaktan korkmamalı. Türkiye’nin özgün koşulları dikkate alınarak, “demokratik sosyalist bir program” şu başlıkları içerebilir:
- Eğitim ve sağlıkta tam kamusal model, özel sektör bağımlılığı kaldırılmalı.
- Enerji, su ve ulaşımda kamulaştırma ve yeşil dönüşüm sağlanmalı.
- Çalışanların sendikal hakları güçlendirilmeli, taşeron ve güvencesiz istihdam sona erdirilmeli.
- Tarımda kooperatifleşme yaygınlaştırmalı, küçük üretici desteklemeli.
- Dijital emek sömürüsüne karşı platform çalışanlarını koruyacak yasal düzenlemeler yapmalı; giderek kamusal dijital platformlar yaygınlaştırmalı.
- Yerel yönetimlerde halkçı, katılımcı modeller geliştirmeli.
- Güçlü ve adil bir vergi sistemine geçilmeli; servet ve miras vergileriyle çok büyük adaletsizlikler oluşturan servet dağılımı toplum geneli lehine dengelenmeli.
- Robot ve otomasyon vergileriyle kamusal hizmetlerin sağlanması için bütçe ve kaynak oluşturulması sağlanmalı.
CHP, bu politikaları korkusuzca savunarak yalnızca muhalefet partisi olmanın ötesine geçebilir; Türkiye’nin geleceğini yeniden kuracak ana aktör olabilir.
Bu öneriler, kulağa radikal gelse de, aslında çağın ve toplumun ihtiyaçlarına gerçekçi bir yanıt niteliğinde.
Dünyada Bernie Sanders‘tan Alexandria Ocasio-Cortez‘e, hatta Jeremy Corbyn, Zarah Sultana, Zohran Mamdani gibi liderlerin savunduğu bu politikalar, küresel bir rüzgarın parçası. CHP’nin bu rüzgara sırtını dönmesi, sadece kendi geleceği için değil, Türkiye’nin geleceği için de büyük bir fırsatın kaçırılması anlamına geliyor. Partinin bu kavramlardan korkmak yerine, onu sahiplenmesi, Türkiye’nin umudu olmasını sağlayacaktır.
Sonuç olarak, CHP’nin yeni programı, mevcut sorunlara “geçici çözümler sunan bir manifesto” değil, Türkiye’yi geleceğe taşıyacak “kapsamlı bir vizyon belgesi” olmalı.
Neoliberalizmin çöküşüyle oluşan boşluk, ancak “demokratik sosyalizm” gibi cesur ve halkçı bir programla doldurulabilir.
Tıpkı İnönü’nün “Ortanın Solu” hamlesi ve Ecevit’in “Halkçı” kimliğiyle partiyi yeniden dirilttiği gibi, bugün de CHP’nin “demokratik sosyalist bir programla” yeni bir başlangıç yapma zamanı geldi.
Bu, sadece CHP’nin değil, tüm Türkiye’nin umudu olabilir.
Toplumsal adalet, ekonomik eşitlik ve insanca bir yaşam arayan milyonlar, bu cesur adımı bekliyor.
Bu adımı atan bir CHP, sadece seçimleri kazanmakla kalmayacak, aynı zamanda tarihe yeni bir sayfa açacak.
Artık toplum, neoliberal politikaların vaat ettiği sahte refah masallarına değil, hakiki eşitlik ve demokrasi arayışına inanıyor.
Demokratik sosyalizm korkutacak bir kavram değil, umut veren bir gelecek projesidir. CHP bu projeyi sahiplendiğinde, sadece iktidar alternatifi olmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik dönüşümünün mimarı haline gelecek.